"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bloomberg Businessweek / Algılayamadıklarımız…

24 Mayıs 2015 Bloomberg 20150524 Bloomberg 1

 

Algılanan gerçekler üzerinden hayatımızı yaşıyor ve yönlendiriyoruz.  Ama ya algılayamadıklarımız…

 

Ülke olarak maalesef büyük ölçüde içe kapanık algılarla hayatımızı şekillendiriyoruz. Oysaki bütün dünya değişiyor ve hatta büyük bir dönüşümden geçiyor. İşte bana ayrılan bu satırlarda değişik alanlarda dünyadaki son gelişmeler ve ülkemizin dünyadaki yeri hakkında sizleri bilgilendirmeye ve hatta bu değişim içinde kendimizi nasıl daha iyi hazırlayabileceğimiz konusunda bazı önerileri de sizlerin ilgisine sunmaya gayret edeceğim.

Mesela büyük bir heyecanla ve istekle yerli araba üretme stratejileri geliştirdiğimiz günümüzde elektrik motoruna ve yan sanayiine yatırım yapmak acaba ne kadar doğru diye bir tartışma açmamız gerektiğine inanıyorum. Her ne kadar Çin düşük karbonlu ekonomiye geçiş süreçlerinde en önemli adımlardan birisi olarak kendisine elektrikli arabayı seçmiş olsa da geçenlerde Şangay araba fuarında Toyota’nın standında baş rolü elektrikli hibrid Prius yenire hidrojen motorlu Mirai ‘nin almış olmasını acaba nasıl yorumlamalıyız?

 

Ya da kendi üretimimiz yerli cep telefonu geliştirmek için önemli kaynaklar ayırdığımız, hatta “4G mi yoksa 5G mi” tartışmalarını yaşadığımız, internete erişimin gerek vergisel gerekse hukuki nedenlerle nasıl kontrol altına alınıp kısıtlanabileceğini gündemimizde tuttuğumuz bu günlerde Amazon.com ‘un bulut (cloud) servislerinden senelik 6 milyar dolar ciro yaptığını kaçımız fark etti acaba? Geçenlerde Istanbul’da yapılan uluslararası bir finans zirvesinde katılımcılara yönelttiğimiz “şirketiniz bulut hizmetlerinden faydalanıyor mu?” sorusuna salondan evet cevabı çıkmaması oldukça düşündürücüydü…

 

Bir de Uber var… 2002 senesinde ilk şirketini kurup 2007 senesinde 75 milyon dolara o şirketi EBay’a satan Garrett Camp’ın kurucu ortağı olduğu Uber sayesinde kişisel net varlığının 5.3 milyar dolar olduğu ifade ediliyor. Uber ne mi yapıyor? Akıllı cep telefonunuz sayesinde kapıya taksi getirmenizi sağlıyor. Hem de hem şöförün müşteriyi, hem de müşterinin şöförü, arabayı ve hizmeti puanlayıp değerlendirdiği bir sistematik içinde… Yani müşterisini rahatsız eden, kötü araba kullanan taksilere sizi muhtaç bırakmayacak bir şekilde… Über’in faaliyette olduğu şehirlerde taksi plaka değerlerinin ise hızla düştüğü dile getiriliyor. Ama bizim için zaten hayatımıza giren benzer uygulamalardan çok sanırım önemli haber Mr. Camp’ın şimdi üzerinde çalıştığı proje olsa gerek: Operator ismini verdiği yeni program müşterinin yükleyeceği bir görseli direk üreticilerle bir araya getirip ürünün hemen tüketiciye teslim edilmesini sağlayacak bir algoritma içerecek. Yorumculara göre 100 milyar dolar piyasa değerine çıkabilecek bir girişim olarak nitelendirilen Operator eğer gerçekten başarılı olursa acaba perakende sektörü nasıl değişecek, yüksek kira gelirine dayalı AVM ve gayri menkul sektörü nasıl etkilenecek? Bundan on yıl önce olsa, “nasıl olsa buralara gelmesi daha çok sürer” derdik ama Uber benzeri başarı hikayelerinin ne kadar hızla hayat bulduğunu görünce artık bu tip önemli girişimlere kulağımızı tıkamamamız gerektiğini sanırım biliyoruz.

 

Ve tabii ülkemizde de bu arada ilham ve güven verici gelişmeler olmuyor değil. Yemeksepeti.com’un başarı hikayesini bu ekosistem için çok büyük bir anlam ifade ediyor. Tabi bu başarı hikayelerinin birer ikişer çıkıyor olmasından da çok katma değeri yüksek, inovasyona dayalı rekabetçi kalkınmayı destekleyecek sistemik gelişmelere ihtiyacımız var. Bunun için nasıl bir ekosistem ve altyapı geliştirmeliyiz? Alt yapı artık bina, yol, limandan öte aslında bir ülkede iş yapmak için gerekli olan bütün sistemleri ifade ediyor. Kalifiye iş gücünden, vergi düzenine, politika sürekliliğinden iletişime serbest erişime kadar aslında bir sistematik bütününden bahsediyoruz artık altyapı dediğimizde.

 

Bütün bu değişik girdiler içinde peki ekonomimiz nerede? Ne durumdayız? Eğer finansal piyasalara bakarsak aslında algımız ve performansımız çok da iyi gitmiyor. Türk ekonomisin her hangi bir ülke grubuna dahil etmek hiçbir zaman kolay olmamıştır. Gelişmekte olan ülkeler, BRICT, MIST veya coğrafi gruplamalar bazı kriterlerde anlam ifade ederken bazı yönleri ile de büyük farklılar içeren ekonomik yapıları aynı kefeye koymaya zorluyor.  Oysa ki bence Güney Avrupa bize işimize yarayacak bir karşılaştırma imkanı sunuyor. Bu havzada kanımca İspanya yakın takibe almamız gereken bir ülke. Ülke risk primine bakarsak 2013 Mayıs’ına kadar bizim seviyemizin üstünde seyreden İspanya’nın o tarihten günümüze risk primini (mesela 5 yıl vadeli CDS fiyatlamasında 200 baz puandan 80 baz puana) indirirken, ülkemizin 10 Mayıs 2013’de en alt seviyeye ulaşan risk algısının (yine 5 yıllık CDS için o tarihte 110 baz puan iken günümüzde 220 baz puan) yükseldiğini görüyoruz. Aşağıdaki grafikte de göreceğiniz üzere aynı dönemde Avrupa’nın sorunlarının bir türlü çözülememesine rağmen Avrupa ülkelerinin risk priminin düştüğünü ancak Amerikan doları likiditeden faydalanan içinde Türkiye’nin de bulunduğu bütün gelişmekte olan ülkelerin benzer bir gelişim izlediğini görüyoruz.

 

Peki ne olacak? Eninde sonunda bu likidite bir şekilde piyasalardan çekilirken, aynı zamanda 2002 senesinden beri gündeme gelmeyen güçlü dolar kurunun hüküm süreceği bu dönemde Türk ekonomisi cari açığını finanse etmek için bulmak zorunda olduğu yabancı para fon akışını nereden ve hangi para biriminden karşılayabilecek. Eğer gelişmekte olan ülkeler kategorisinde dolar bazlı bir fonlama stratejisi izlerse yükselen maliyetlere maruz kalacağımız aşikar. Dış ticaret dengeleri ve sermaye hareketleri açısından güçlü dolar ekonomimizi nasıl etkileyecek? Öte yandan negatif faizin hüküm sürdüğü, yani yatırımcıların fazla tasarruflarını bir yere yatırmak için üzerine para verdiği Avrupa bölgesindeki Euro para biriminden kaynaklara acaba ülkemiz nasıl ulaşabilir? Bu konuda neler yapılıyor ve ya neler yapılabilir? İşte yazılarımızda bütün bu konulara değiniyor olacağız.

 

Ama bu göreceli olarak daha kısa vadeli konuların yanısıra ülkemiz insanının yaşam kalitesini yükseltecek birçok önemli farklı faktöre de değiniyor olacağız. Dünya mutluluk endeksinde ülkemizin değerlendirmeye alınan 85 ülke içinde 77., Dünya Bankası iş yapma endeklerinde 55., İngilizce yeterlik konusunda EF International’ın yaptığı bir çalışmada 63 ülke içinde 47., Avrupa’da ise büyük bir fark ile sonuncu sırada olduğu bir gerçek. Yaratıcılık konusunda Martin Prosperity Institute tarafından düzenlenen 83 ülkeyi içeren araştırmada 68., Birleşmiş Milletler gelişmişlik endeksinde 69., Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanan Küresel Rekabetçilik raporunda kadınların ekonomik aktiviteye katılımı konusunda 133. sıradayız. Aynı çalışmada eğitim alanında 94., özellikle matematik ve fen eğitimi kalitesinde 103., okul yönetimlerinin kalitesi konusunda ise 110. sırada yer almakta ülkemiz..

 

Sekiz yıl içinde dünyanın onuncu büyük ekonomisi olma hedefimizi sürekli tekrarladığımız bugünlerde bu hedefe insanımızın refahını sağlayarak ulaşmak için detaylı olarak ele almamız gereken çok husus olduğu aşikar. Günlük hayatımızda algılamaya fırsatımız olmayan, ama aslında hayat kalitemizi belirleyen bütün bu değişik konularda politika şekillendirmek, gerekli önlemleri belirlemek ve ilgili icra edici kurumlara sunmak için bağımsız ve tarafsız düşünce kuruluşlarımızın hayat bulması ve desteklenmesi çok büyük önem arz etmektedir.

 

 

 

 

Dr. Riza KADILAR mesleki üst düzey bankacılık kariyerinin yanı sıra İngilizce Konuşanlar Derneği, Avrupa Mentorluk ve Koçluk Konseyi (Yönderlik ve Koçluk Derneği) ve Çin Türk Araştırma Merkezinin başkanlığını yürütmekte, Hisar Eğitim Vakfı, Enerji ve İklim Değişim Vakfı, Institut du Bosphore (TUSIAD), Startup Mentor Türkiye gibi kurumlarda gönüllü sorumluluklar alarak sivil toplum örgütlerini desteklemekte, Boğaziçi Üniversite’sinde yarı zamanlı olarak ders vermektedir.

 

 

Bu yazı yorumlara kapalı, ama trackback'ler ve pingback'ler açık.