Psikolojik bir mayın tarlasında yaşıyor gibiyiz. Her an patlamaya hazır o kadar çok insan var ki çevremizde…
Toplumsal bir uzlaşı sağlanabilmesi için konunun bireysel boyutunda EMCC Türkiye’nin hayata geçirdiği projeleri sizlerle paylaşıyorum bu yazımda…
Eric Berne güç kavramını tanımlarken “ben OK’yim, sen OK’sin” diye şekillenen ilişkilerde yaşanan uyumu dile getirir. Yani beşeri ilişkilerde güç, sanki bir nehirde akıntı ile beraber sürüklenerek arzu edilen yere huzurlu ve sakin bir şekilde varmak gibi algılanır. Okyanuslardaki hakim ticaret rüzgarlarından faydalanıp yeni kıtalar keşfeden Avrupa medeniyeti gibi, akıntılara karşı kürek çekerek değil, uyum içinde yaşayarak ve hedeflerimize doğru ilerleyerek daha güçlü olduğumuz ortada.
Oysaki günlük hayatımızda “ben OK’yim ama sen OK değilsin” temalı ilişkilerin hızla arttığını görüyoruz. Çocuğunu sürekli eleştiren ebeveynler, trafikte diğer araçlara sürekli çıkışan araç sürücüleri, kendi doğrularını çevrelerine dikte etmeye çalışan politikacılar, çalışanlarının eksiklerini diline dolamış yöneticiler… Liste uzadıkça uzuyor.
Bazen merak ediyorum acaba aramızda kaç kişi yaşadığı ortamla uyum içinde, şükrederek yaşıyor. Öyle ya da böyle çevremde sürekli serzeniş, kaygı, endişe, yabancılaşma duyar oldum gibi geliyor bana…
Bir de bunu üzerine üstlük hayatın her alanında yaşadığımız çatışma kültürümüz var. Gerginlik her yerde. Siyasi hayattan topluma, toplumdan aileye, bireye her yere yansıyan bir stres… Aslında stres kötü bir şey değil. Kasların gelişimi gibi stres aslında bizi geliştiren, limitlerimizi zorlayıp yetkinliklerimizi arttırmamızı sağlayan bir olgu. Ama sürekli yaşanan stres yıpranmaya, kopmaya, çöküşe neden oluyor. İnşaat mühendisliğinde statik hesaplamalarında da böyle, biyolojide de, madde biliminde de, tıpta da ve tabii ki insan psikolojisinde de… Bu durmak bilmeyen çatışma ortamında akut hal alan stres kim bilir nelere mal oluyor. Maalesef elimde bilimsel bir araştırma yok. Ama merak ediyorum, acaba ülkemizde ağır hastalıklar artış gösteriyor mu? Toplum sağlığı ne durumda? Belki sosyal güvenlik sisteminin giderek ağırlaşan yükü bize bir fikir verecektir, ancak bence bu kadar artan toplumsal stres ve hayatın her alanına yerleşen çatışma kültürü maalesef ağır hastalıkların da artmasına neden oluyordur…
Toplumsal uzlaşıya bu kadar ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde durup bazı şeyleri gözden geçirip birey seviyesinde de ele alabileceğimiz çok etkin ve değerli önlemler olduğuna inanıyorum. Biraz kendimize dönsek, iç sesimize kulak versek, iç görümüz bize biraz yol gösterse… Yaşadığımız her olayda bir an için durup o anda kendimizle ilgili neler fark ettiğimizi dile getirsek, otomatik reflekslerle tepki vermek yerine o farkındalık ile bilinçli olarak tepkilerimizi, eylemlerimizi şekillendirsek. Bütün bunlar çok mümkün ancak üzerine eğilmek, psikolojik kaslarımızı fark edip çalıştırıp güçlendirmek gerek.
Avrupa Mentorluk ve Koçluk Konseyi (EMCC Türkiye) bu bilinç ile bir seri çalışma başlattı. Arabuluculuk, mindfulness (bilinçli farkındalık), etik karar alma ve fasilitasyon becerileri temalı bu çalışmaların yakından izlenmesi ve yaygınlaşması gerektiğine inanıyorum.
Belki insanlık tarihi kadar eski olan arabuluculuk Homeros’un İlyada’sında, Antik Yunan, Roma ve Çin’de toplumsal alanda kendine yer bulmuş uygulama…. Tarafların içinde bulundukları uyuşmazlığı tarafsız bir üçüncü kişi yardımı ile çözmelerinde kullanabilecekleri bir alternatif uzlaşma yöntemi olarak tanımlayabiliriz. Profesyonel anlamda ilk kez 1913 yılında ABD’de işçi – işveren anlaşmazlıklarında uygulanmaya başlamış, 1990’lı yıllarda dünya geneline yayılmış, günümüzde ise 165 ülkede yaygın olarak kullanılmakta ancak bütün bu ülkeler içinde sadece Yunanistan ve Türkiye’de arabuluculuğu meslek olarak icra etme imkanı bir tek avukatlara tanınmış. Oysaki bütün bireyler için arabuluculuk becerilerinin edinilmesi gerektiği aşikar. Toplumun her katmanında arabuluculuk metodolojinin uygulama alanı bulabilmesi toplumsal uzlaşı için aslında bir vazgeçilmez. Özellikle eğitim kurumlarında ve gençlere dönük uygulanacak akran arabuluculuğunun arzu edilen uzlaşmacı kültürün oluşumunda çok önemli bir etken olacağı inancı ile bu konuyu paylaşmak istedim.
Gündeme alınan bir başka çalışma alanı ise Mindfulness: bilinçli farkındalık olarak tanımlanan bir seri psikolojik teknik ve uygulamadan oluşan bir alan. Günlük hayatımızda giderek daha çok yer tutacağına inandığım bu yöntemler bütünü ile tepkilerimizi reflekslerimizle yönlendirmekten vaz geçebiliyoruz. Olaylar karşısında neye odaklanmamıza karar vererek eylem ve davranışlarımızın bu hedeflerimize uygun şekillenip hayat bulmasını sağlayabiliyoruz.
Bir de tabii şahsi etik çerçevemizi belirlememiz ve etik bir şekilde karar alma sistematiğimiz geliştiriyor olmamız çok önemli. Özellikle çelişen hedefler, çelişen duygular, çelişen kaygılar ve amaçlar sanki içten içe bir parçalanma duygusu yaşatabiliyor zaman zaman hepimize. İşte etik bir çerçeve içinde kalabilmek, önceliklerimizi belirlerken böylesine bir pusuladan faydalanmak son derece faydalı.
Fasilitasyon konusuna gelince, bu da bir gurup olarak birlikte, uyum içinde etkin karar almak için bir seri yöntemden oluşan bir süreç. Belli konuları ele alıp çözmesi, istenen hedeflere ulaşabilmesi ve bir karara bağlayıp arzu edilen eyleme dökmesi için çalışma grubu toplantılarına liderlik eden fasilitatörlerin izlemesi gereken temel ilkeleri şöyle sıralayabiliriz: Fasilitatör, insanlara belli bir süreç içerisinde birlikte hareket ederken rehberlik eder. Fasilitatörün rolü bilgelik ve bilgiyi temsil etmek değildir. Fasilitatörden fikir vermesi beklenmez, ancak grup üyelerinin fikirlerini ve düşüncelerini toparlayıp bir araya getirebilir. Fasilitasyon, yalnızca yapılmak istenen şeylere değil, insanların öğrenme veya planlama sürecine nasıl katılım göstereceklerine de yoğunlaşır. Ve fasilitatör asla taraf tutmaz. Yani toplantıya liderlik eden kişinin kendi doğrularını empoze etmesi değil, o toplantıya katılan hazirunun ortak aklı yakalayıp ortak çözümleri bulmak için uyum ve ahenk içinde çalışmasına vesile olan kişi olarak hizmet etmesi… Ne kadar hoş ama bu topraklara maalesef ne kadar uzak bir liderlik yaklaşımı değil mi…
Toplumun her kesiminde giderek artan gerginlik ve çatışma kültürünün gelişimine bir yerde son vermemiz gerekiyor. Tabii toplumsal uzlaşı herşeyden önce her birimizin kendimiz ile barışık, öz farkındalığı yüksek bireyler olmamızdan geçiyor. Ben OK’yim, ama toplumda benden başka hiç bir şey OK değil şeklinde özetlenebilecek yaklaşım ailede, iş ortamında, siyasi hayatta, trafikte, beşeri bütün ilişkilerde maalesef sonu hüsran olan gelişmelere bizi gebe bırakıyor.
Oysa ki iyi haber de var. İnsanlık tarihi günümüzde yaşadıklarımızdan çok daha büyük dramlarla dolu. Birinci ve ikinci dünya savaşını yaşayanlar Avrupa ülkelerinde bu kadar kısa bir süre içinde böylesine ortak değerlerin hüküm süreceği, barış, yatırım ve medeniyet anlamında gelişmenin yaşanacağını hayal bile edemezlerdi. Oysaki sadece iki veya üç nesil içinde nereden nereye geldi Avrupa. Biz çok daha iyisini yapabiliriz.
Diğer iyi haber ise toplumsal çatışmayı azaltmak uzlaşıyı sağlamak için bizim dışımızda yaşanacak bir mucizeyi beklemek durumunda olmayışımız. Eğer niyet edersek yukarıda belirttiğim arabuluculuk, mindfulness, fasilitasyon ve etik karar alabilmek gibi teknikleri öğrenip, öz farkındalığımızı yükseltip hayatımızın birçok alanında otomatik reflekslerimiz yerine daha bilinçli karar alabilir, böylece daha olumlu sonuçlar doğuracak davranışlar sergileyebiliriz.
Keşke böylesine bir toplumsal uzlaşı hareketi başlatabilsek ve doğru yetkinlikleri toplumun bütün katmanlarına kazandırıp uyum, huzur ve ahenk içinde bir ülkede yaşayabilsek….
Bu yazı yorumlara kapalı, ama trackback'ler ve pingback'ler açık.