Site icon Dr. Rıza Kadılar

Dijital dönüşüm çağında “Teknolojik Liderlik için Ticaret Savaşları”

Dijital dönüşüm üzerine yazmaya devam: Yarının teknoloji liderliğini kaybetmemek için günümüzde yaşanan ticaret savaşlarını dijital ekonomi merceğinde yorumladığım Bloomberg Businessweek’te yayınlanan yazımın tam metinini aşağıda bulabilirsiniz….

Teknolojik liderlik için ticaret savaşları…

Ticaret savaşları ile ilgili endişelerin hep gündemde kaldığı bir dönemden geçiyoruz. Gün geçmiyor ki uluslararası ticareti baltalayacak yeni bir korumacı haber çıkmasın…

Bir Çin atasözü “maymunu korkutmak için tavuğu kesmekten” bahseder. Büyük ihtimalle hepimiz bir şekilde takip ediyoruz, Amerika ve Çin arasında ısınan sular, tehdit içeren twitter mesajları, karşılıklı gidip gelen delegasyonlar ve yüz milyarlarca dolar büyüklüğünde yaptırımlar, daha da büyük yaptırım tehditleri vesaire… Bütün bu kargaşa içinde asıl “maymun” yani asıl mesele ne acaba?

Son dönemde Trump yönetiminin soğuk savaş dönemlerinden kalma çok etkin bir savaş aracını devreye soktuğuna tanık oluyoruz: Amerikan devlet başkanına tek taraflı olarak ticari yaptırımlar kararı alma yetkisi tanıyan 1974 tarihli Amerikan ticaret yasasının 301. maddesi dünya genelinde büyük endişe yaratıyor. Küresel ticari kuralların olmadığı bir dönemden kalan ve aslında 1995’de Dünya Ticaret Örgütünün hayat bulması ile varlık amacını büyük ölçüde yitirmiş bu eski yasaya dayanarak Tump yönetiminin özellikle direk Çin’i hedef alarak açıkladığı vergi uygulamaları ve ticari yaptırımlar dünya genelinde yeni bir ticaret savaşlarının başlangıcı olarak yorumlanıyor. Serbest ekonominin bir anlamda ana vatanı Amerika’nın bu kadar korumacı bir kimliğe bürünmesi, devlet tekelinin her alanda ön planda olduğu izlenimini taşıyan Çin’in ise küresel serbest rekabeti savunuyor olması tabii ki son derece enteresan bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Çelikte yüzde yirmibeş, alüminyumda yüzde on gibi dünya ticaretini yönünü değiştirecek büyüklükte yeni vergiler, otomobil sektöründe karşılıklı tehditler, en son Trump’un yüz milyar dolar büyüklüğünde yeni yaptırım açıklamaları hep kafaları karıştırıyor…

Tabii gelişmelerin biraz da medyatik bir yönü var. Önümüzdeki günlerde Çin’i ziyaret edecek olan Amerikan ticaret heyetinin yaptığı açıklamalara ve yeni yeni ortaya çıkan analizlere bakılırsa asıl müzakerelerin Amerikan delegasyonunun kendi içinde yaşanacağı izlenimini veriyor. Larry Kudlow yukarıda bahsettiğimiz çelik ve alüminyum başta olmak üzere binlerce ürün üzerinde Amerikan yönetiminin tek taraflı olarak yürürlüğe alacağı ilave vergilerin Amerika’da milyonlarca iş gücü kaybına neden olacağını görüşüne bir makalesinde yer vermişti. Keza Hazine bakanı Steven Mnuchin de serbest ticareti savunan bir ekonomist olarak öne çıkıyor. Ama heyette müzakereleri yönetecek Robert Lighthizer gibi özellikle fikri mülkiyet konularında Çin’e çok yüklenen ve daha da sert bir tavır alınmasını savunan kişiler de bulunuyor…

Öylesine büyük rakamlar ortalıkta dolaşıyor ki peki acaba bütün bunlar esas konu değilse peki asıl mesele ne acaba? Sanıyorum ki bütün bu tartışma içinde asıl “maymun” yüksek teknoloji, big data ve yapay zekaya doğru giden teknolojik liderlik yarışı…

Olup biteni anlamak için aslında 2007 – 2008 yıllarına dönmemiz gerekiyor. Bu iki sene boyunca hayat bulan yenilikleri şöyle bir sıralayalım isterseniz: iPhone, AirBnB, LinkedIn, Hadoop, Blockchain, Bitcoin, Twitter, Facebook, Github, Android, Cloud, IBM Watson, Kindle… Arkasından gelen küresel finansal kriz nedeni ile çok da farkında olmadığımız muhteşem dönem… Tabii kim bilir bu süre zarfında hayata geçip sonrasında tutunamayıp yok olan daha yüzlerce benzer uygulama ve teknoloji… Dünya ekonomik buhran ile uğraşırken bu kendi alanlarında çığır açan teknoloji şirketleri yollarına devam ettiler. Keza aynı yıllarda kendine yaşam alanı bulan BATs (Baidu, AliBaba, Tancent) ve ticari hayatı yeniden tasarlayan Amazon, Oracle, Salesforce gibi şirketleri de listeye ekleyince aslında günümüzü şekillendiren birçok uygulama ve şirketin son on yılda nereden nereye geldiğini daha iyi anlıyoruz. Bunlar ve benzeri uygulamaların hub ekonomisi olarak kendi alanlarında küresel ve vazgeçilmez bir platform halini alması aslında bu sürecin belki de ilk adımıydı.

Aynı dönemde teknolojinin maliyetinde yaşanan gelişme ise baş döndürücü: Mesela son on yılda 3D printing alanında maliyetler 400 kat azalırken bu maliyet azalışı sanayi robotlarında 500 kat, dron ve solar teknolojilerde 1200 kat… Mesela 2000 yılında onbin dolara mal olan bir tam vücut MR’ı günümüzde beş yüz dolara mal oluyor.

Tabii bu süreçte Çin çok önemli bir rol oynadı. 1980’lerin sonunda üçyüzbin nüfuslu Shenzhen günümüzde on milyon insanın yaşadığı dev bir metropole haline gelirken bu gelişmenin temelinde yer alan bütün şehir genelinde uygulanan ‘open source’ teknolojik gelişim yaklaşımı söz konusunu. Her sene dokuz milyon Çin’linin STEM konularında mezun olduğu, geçtiğimiz sene içinde Çin’in batı dünyasından seksen bin doktora mezunu vatandaşını geri çağırdığının altını çizmemiz gerekiyor. Öte yandan bütün dünyaya internet bağlantısı sağlayacak “oneweb” gibi yüzlerce uydudan oluşan networklerin hayat bulacağını da biliyoruz. İşte böyle bir teknolojik devrimin arka planda yaşandığı bir süreç içinden geçiyoruz. Yani aslında asıl teknolojik devrim daha yeni başlıyor.

Bilgisayar çip üreticisi Qualcomm’un Çin devleti destekli Broadcom tarafından 117 milyar dolara satın alması Amerikan hükümeti tarafından ulusal güvenlik endişeleri nedeni ile geçtiğimiz Mart ayı içinde bloke edilmişti. Keza geçtiğimiz sene Eylül ayında Tump yönetimi yine Çin devleti ile ilişkili Canyon Bridge Capital Partners’ın Amerikan çip üreticisi Lattice Semiconductors’u almasını engellemiş, Nisan 2016’da ise Obama yönetimi başka bir Çin’li yatırımcının yine aynı sektörde Kaliforya’da önemli operasyonları olan Alman Aixtron firmasının sermayedar olmasına izin vermemişti.

Bütün bu karmaşa içinde Amerikan yönetimi Iran ve Kuzey Kore’ye teknoloji ihraç ettiğini tespit ettiği (ülkemizde Netaş’ın da yeni büyük ortağı) ZTE’ye bugüne kadar benzeri pek görülmemiş bir ceza kesti. Daha da beteri Huawei’nin başına gelecek gibi duruyor. Her ne kadar Çin tarafı bunu son derece haksız bir yaptırım olduğunu iddia etse de geri dönüşü olmayan bir sürece girmiş durumdalar. 93 milyar dolar piyasa değeri olan Huawei’nin Amerikan teknoloji ürünlerine erişiminin yasaklanması Google Android ve Apple iOS tarafından neredeyse tamamı ile kontrol edilen akıllı telefon işletim sistemleri pazarına yeni bir oyuncunun girmesinin önünü tamamı ile keseceğe benziyor. Geçtiğimiz günlerde Hollanda ulusal güvenlik yetkilileri Çin’e ziyaret edecek iş adamlarına ve devlet erkanına normalde kullandıkları bilgisayar ve cep telefonlarını yanlarına almamalarını tavsiye etmişti. Çin bilgisayar şirketi Lenovo’nun 2014 senesinden beri Amerika’ya ihraç ettiği bilgisayarların içine zararlı bir program yüklediği tespit edilmişti. Bakalım ZTE ve Huawei’den sonra Lenovo’ya nasıl bir ceza gelecek…

Dünyanın en büyük bilgisayar çip üretici olmasına rağmen Çin yarı iletkenler (semiconductors) teknolojisinde arzu ettiği yerde değil. Bu alanda 200 milyar doları aşan yıllık ithalatı Çin’in petrol ve türevleri ithalatından daha büyük. Tabii söz konusunu olan sadece ithalat rakamı değil asıl mesele son derece önemli bu stratejik sektörde ve bu sayede en kritik teknolojik sektörlerde liderlik savaşı…

Öte yandan big data ve ve yapay zeka konusunda Çin giderek çok önemli bir oyuncu oluyor. Mesela Şangay merkezli Yitu Technology’nin yüz tanıma teknolojisi geçtiğimiz sene yapay zeka konusunda çok önemli iki ödül kazandı. Bir buçuk milyarı aşan nüfusa sahip Çin’de güvenlik güçlerinin kullandığı bu teknoloji ile ilgili şaşırtıcı haberler geliyor. Daha geçen hafta altmış bin kişilik bir konser salonunda yapay zeka ve benzer teknolojiler sayesinde güvenlik güçlerinin daha konserin ilk dakikalarında seyirciler arasından bir suçluyu tespit edip nasıl yakaladıklarını anlatan haberler yer aldı Çin basınında…

Yapay zeka üzerine faaliyet gösteren şirketler, bu alana yapılan yatırımlar, patent sayıları gibi konularda Çin çok önemli bir ivme yakalamış durumda. Hatta Xi Jinping’in “Made in China 2025” planının temelini yapay zeka oluşturuyor. Geçtiğimiz sene Google iştiraki DeepMind tarafından geliştirilen bir sistemin Çin GO şampiyonu Ke Jie ile berabere kalması Çin’li yöneticiler için dönüm noktası oldu diyebiliriz. Bu alanda yapılan çalışmaların ticari ve ekonomik boyutunun yanı sıra savunma sanayi için de muhteşem sonuçları olacağı aşikar.

Yani olup biten her ne kadar dünün teknolojisi ve bugünün ürünleri üzerinden ticaret savaşları gibi görünse de aslında temelde yaşanan rekabet geleceği kimin nasıl şekillendireceği üzerine.

Homo Sapiens kitabının yazarı Harari Davos’ta yatığı konuşmasında dijital diktatörlüklerden bahsediyordu. 20. yüzyılda parlamenter demokrasilerinin dikta rejimlerine göre daha başarılı olduğunu söyleyen Harari bunu demokrasi rejiminin çok merkezli veri analizine ve kullanımına izin vermesine bağlıyordu. Herşeyi bilen ve her konuda karara etkisi olan bir diktatör yerine her alanda uzmanların veriyi, bilgiyi en işi şekilde değerlendirip karar alıp uygulamaya sokmasının kesinlikle daha etkin bir sistem olduğunu açıkladıktan sonra, günümüzde büyük veri ve bunu kullanma kapasitesi olan bilgisayar gücü ile algoritmaların varlığı sonucunda belki de tek bir merkezden yapılacak değerlendirmelerin daha etkin sonuçlar vereceği bir döneme girdiğimizi dile getiriyordu. Makinaların ve algoritmaların derin öğrenme yeteneğinin bu kadar arttığı bir dönemde artık insanlığı bu bilgiyi derleme ve değerlendirme imkanı olan tek bir merkezden yönetilmesinin daha etkin olabileceği “dijital diktatörlükler dönemi başlıyor olabilir mi” diye soruyordu… Daha sonra verdiği bir röportajda da böylesi bir sisteme en yakın ülkenin Çin olduğunu tespit ediyordu. Günümüzde etkisini BATs (Baidu, AliBaba, Tangent) ile gösteren, yüz tanıma teknolojisi ile ulusal güvenlikte yeni bir dönem başlatan ve bütün bilgi akışını tek bir merkezden kontrol edebilen Çin bu alanda kontrol edilmesi çok zor bir güç haline gelmeye başladı diyebiliriz. Keza böylesi bir büyük verinin kullanımının hangi kurallara bağlanması, nasıl ve kim tarafından kontrol edilmesi gibi çok temel konuları daha çözemeden Çin’in bu alanda liderliğe oturuyor olması tabii ki başka Amerika olmak üzere bütün batı dünyasını endişeye sevk ediyor.

Avrupa Birliği de tabii bu arada boş durmuyor. Yukarıda adı geçen hub ekonomisinde çok az sayıda şampiyon çıkarmış Avrupa, özellikle kullanıcıların ve tüketicinin haklarının korunması konusunda çok hassas. Veri, özellikle de big data, klasik ekonomi teorisinde üretim girdisi olarak yer bulmamış kavramlar. Oysaki günümüzde en değerli varlık bilgi, hem de büyük bilgi. Yani yeni düzenlemelerin hayat bulması şart. İşte AB bu konuda liderliği elden bırakmamak konusunda kesin kararlı. İşte bu bağlamda 24 Mayıs’ta yürürlüğe girecek Avrupa Birliği Veri Koruma Yönergesi – GDPR (EU General Data Protection Regulation) hepimizin hayatında önemli bir yer tutacak. Keza küresel bir yaptırım ön gören GDPR sayesinde hem Amerika hem de Çin merkezli oyuncular da benzer bir düzenlemenin bir parçası olacaklar.

Peki bizde durum ne? Maalesef bütün bu yaşananlar üzerinde hiç etkisi olmayan bir ülke durumundayız. Ama iş dünyamızın her türlü yeni yaptırım durumunda yeni pazarlar kazanmak için ne kadar çevik tepkiler gösterdiğine tanık oluyorum. Dünya ticaretinde yaşanacak değişimler bizler için kısa vadede önemli fırsatlar doğuracaktır. Ancak aman dikkat, yapılan çok iddialı açıklamalar hep müzakere masasına oturmadan ortaya çıkıyor, müzakereler sonunda gerçek sonuçlar hep ilk konuşulandan farklı oluyor. Trump yönetiminin genel bir uygulaması diyebiliriz buna. Onun için her duyduğumuz haberi gerçek sanıp hızlı aksiyonlar almak bizi sıkıntıya sokabilir. Öte yandan özellikle teknoloji konusunda temkinli olmakta fayda var. Küresel anlamda kartların yeniden karıldığı bir dönemde performans ve maliyet kadar uyum, güvenlik ve sürdürülebilirlik önem kazanıyor. Ve tabii ki aslında bütün bunlar eğitim sistemimizi geliştirmek anlamında bize büyük imkanlar sunuyor. Teknolojik gelişmeler çizgisinde yarının iş dünyasının değişimlerine uyum sağlayabilecek insan kaynaklarını yetiştirmemiz çok önemli.

Bütün bunların bizim hayatımı etkilemesi biraz zaman alabilir ancak şurası kesin: 24 Mayıs sonrası dijital dünyada önemli değişikliler bizleri bekliyor…

Exit mobile version