"Enter"a basıp içeriğe geçin

Dijital Dönüşüm ve Liderlik

Dijital dönüşüm ve liderlik üzerine düşünmeye, yazdıklarımla ve konuşmalarımla bu konuya ilgi çekmeye gayret etmeye devam ediyorum…

Geçtiğimiz haftalarda Amsterdam’da IRC Search Partners’ın EMEA bölgesi senelik toplantısında yaptığım  “Leadership & Digital Disruption Transformation” temalı konuşmam, sonrasında da Paris’te EMCC Fransa genel kurulunda yaptığım paylaşımlardan yola çıkarak kaleme aldığım ve  bu hafta Bloomberg Businessweek’te yayınlanan yazımı aşağıda bulabilirsiniz:    

Dijital Dönüşüm ve Liderlik:

İlginç zamanlarda yaşayasın der bir Çin atasözü… Aslında insanlık tarihi boyunca hep olmuş bu ilginç ve enteresan zamanlar. Ama burada asıl sanırım kastedilen yaşanan değişimlerin kişiye ne kadar enteresan geldiği olsa gerek… Öyle değişimler var ki sadece yıkıcı olmuş, savaşlar, doğal felaketler gibi, ama öyle değişimler var ki bir dönüşüm aslında. Bir metamorfoz… Sürecin sizin için ne ifade ettiği sürecin kendisinden daha çok aslında sizinle ilgili…

Yeni ve yüksek teknolojilerin kimi alanlarda yıkıcı bir dönüşüme neden olduğu aşikar. “Disruptive” olarak adlandırılan bu teknolojiler hem yıkıcı hem de yenilikçi… Böylesine bir süreçte mühim olan bireyin farkındalığı, hazırlığı ve var olan imkanlardan nasıl faydalanabileceği…

Uberizasyon olarak ifade edilen dijital dönüşüm birçok sektörde kendini ispat etti bile. Mesela dünyanın en büyük taksi şirketi Uber’in bilançosunda yer alan bir tek taksi bile yok. En büyük konaklama şirketi Airbnb veya Booking.com’un sahibi olduğu gayrimenkul zincirleri veya otel odaları yok. En çok kullanılan iletişim kanalları Skype, WeChat gibi uygulamaların sahibi oldukları hiçbir telekomünikasyon altyapısı yok. En büyük perakende şirketlerinden mesela Alibaba’nın bilançosunda tuttuğu stok yok. En büyük medya şirketlerinden birisi diyeceğimiz Facebook içerik üretmiyor, en büyük sinema koleksiyonuna sahip Netflix’in sinema salonu yok, en büyük software satıcıları Apple veya Google sattıkları uygulamaları yazmıyorlar… “Hub economies” denilen küresel bir gerçekle karşı karşıyayız. Bu platformlar ve neden oldukları değişimler her birimizi hem tüketici olarak hem de profesyonel olarak etkiliyor.

Mesela finans sektöründe müthiş bir değişim yaşanıyor. Ağırlıklı olarak öncelikle operasyonel verimlilik ile başlayan, sonra sosyal medya entegrasyonuna doğru ilerleyen, ödeme sistemleri konusunda fark yaratmaya başlayan dijital uygulamalar şimdi artık bankaların müşteri ile temas ettikleri her alanda kendilerini gösteriyorlar. Bir bankanın web sitesine gittiğinizde o sitenin arkasında yüzlerce start-up şirketin olduğunu fark bile etmiyorsunuz. Her biri beş yaşından genç binlerce şirket günümüzde bir bankanın müşterisi ile olan ilişkisine yön veriyor. Bankaların günümüzde maliyetlerinin üçte ikisini oluşturan bireysel bankacılık ve şube teşkilatı ile ilgili bütün süreçler hızla değişiyor. Yedi yıl içinde bankacıların üçte birinin işlerini kaybedeceklerini iddia ediyor bazı araştırmalar.

Tabii hala tam olarak anlaşılamayan asıl büyük tehdit teknoloji liderlerinin bizatihi kendilerinden geliyor. Yakın bir geçmişe kadar FinTech olarak hep isimlendirdiğimiz bu kategori giderek TechFin kavramına dönüştü. Amazon, Google, Apple, Microsoft gibi teknoloji liderlerinin geliştirdiği ödeme sistemleri, hatta tasarruf ve kredi ürünleri sanırım bu sektörün geleceğini belirleyen en önemli faktörler olacak. Keza otomotiv sektöründe de enteresan gelişmeler duyuyoruz. Özellikle Çin’de BATs adını verdiğimiz (Baidu, AliBaba, Tencent) üç silahşörler her geçen gün otomotiv dünyasının liderleri ile işbirliklerini arttırıyorlar. Kendi kendine giden arabaların gerçek olduğu bir dünyada asıl rekabetin araba içinde zaman geçiren bireylerin neye odaklanacakları, yani hangi uygulamaları kullanacakları konusunda olacağı iddia ediliyor. Onun için araba üreticileri de ürettikleri arabalardan değil, belki de o arabalarda kullanılacak bilgisayar uygulamalarından para kazanacakları bir sürece hazırlanmak durumunda kalacaklar…

Havayolları için de benzer bir rekabet gündeme geliyor. Artık neredeyse yirmi saat havada kalıp dünyanın bir diğer ucuna hiç durmadan gidecek uçaklar uygulamaya girmiş durumda. Londra Perth (Avustralya) direk kesintisiz uçuşları başladı, Singapur New York direk uçuşları bu yaz tekrar başlıyor. Bu gelişmenin aktarmalı uçuşlar anlamında bir hub olarak ön plana çıkan Istanbul, Dubai gibi merkezleri nasıl etkileyebileceği işi bir boyutu, ama bizim için bu gelişmelerin enteresan tarafı asıl rekabetin uçakların bu mesafeyi uçmasından çok uçak içinde yolculara sunulan hizmet odaklı olacağı. Kabiniçi ışıklandırma, yemeklerin jetlag uyumlu olması, kabiniçi klimalandırma, koltuk konforu gibi detaylar insanların seyahat alışkanlıklarını belirleyecek.

Bütün bu teknolojik dönüşümün odağında yer alan temel konulardan birisi ise şu:

Neye odaklanırsanız o olursunuz. Aslında günümüzde giderek kendini belli eden çok önemli bir kavram var: en değerli ürün insanların zamanı ve dikkati. Hem zaman hem dikkat. Tek başına yeterli değil, ama ikisini beraber çekmeyi başarabilenler en büyük faturayı keser duruma geldiler… İngilizce’de “to pay attention” diye ifade edilen, dikkatini vermek aslında deyimin kendi içinde saklı gerçeği artık göz ardı etmememiz gerektiğini bize hatırlatıyor. En büyük mücadele insanların hem dikkat hem de zamanlarını nereye çekeceğiniz konusunda yaşanıyor…

Artık aynı sektör oyuncuları birbirlerine rakip olmaktan çıktı. Geçtiğimiz aylarda Cenevre’de CEO’ları tarafından konuk edildiğim dünya lideri İsviçre menşeili bir saat üreticisi en yüksek seviyede kira ödemeye hazır oldukları mağaza lokasyonlarında artık rakiplerinin diğer saat üreticileri ve mücevher firmaları olmaktan çıktığını en çok Apple, Nespresso, Tesla gibi markalara bu en prestijli mekanları kaybettiklerini söylemişti.

Öte yandan bir de yapay zeka tartışmalarının ortasındayız: Fujitsu’nun geçen sene ondört ülkeden binlerce şirketin katılımı ile yaptığı dijital dönüşüm araştırmasında katılımcıların yüzde yetmişi yapay zekaya uyum kabiliyetlerinden endişe ettiklerini ifade etmiş. Çalışmaya katılan iş liderlerinin yüzde doksanı ise dijital uzmanlığa erişimlerini arttırmak için adımlar attıklarını söylemiş. KPMG’nin yaptığı bir araştırmada ise katılımcıların yüzde sekseni işletme modellerinin yıkıcı teknolojilerle değiştiğini belirtmiş, yüzde altmışı ise yıkıcı teknolojilerin sektörlerinde fırsatlar yaratacağı konusunda iyimser olduklarını ifade etmiş.

Peki bütün bunlar iş dünyası liderleri için neler ifade ediyor, nasıl kendimizi bu gelişmeler karşısında donanımlı kılabilir, ekiplerimizi ve iş yapış biçimlerimizi hizalandırabiliriz? Bu amaçla aşağıda yer alan görüşlerimi yeni tartışmalara vesile olmaları amacı ile paylaşmak isterim.

İlk konumuz farkındalık. Hepimiz aşağıdaki sorulara kendi içimizden geldiği gibi düşünerek ve hissederek dürüst cevaplar vererek başlayabiliriz bu sürece:

–        Dijital dönüşüm nasıl bir değişimi tetikliyor hayatımda? Tehdit olarak gördüğüm yanları neler?

–        Hangi tutum ve davranışlarım bir direnç olarak görülebilir? Gösterdiğim direnç bana ne diyor?

–        Bu direnç hangi değerlerime ve amaçlara hizmet ediyor olabilir?

–        Dirençten faydalanarak neyi farklı hissedersem veya yaparsam kendi hayatımdaki dijital dönüşüm sürecini daha iyi yönetebilirim?

Altını çizmek istediğim diğer bir kavram “çok paydaşlı network yönetimi”. Eskidendi o “patron söyler çalışan yapar” yaklaşımları. Evet biliyorum hala Türk iş dünyası ve hatta dünyanın çok büyük bir çoğunluğu hala böyle işliyor. Bir patron var, hatta ataerkil bir patron, o ne derse yapılıyor… Ama devir değişiyor… Yoksulluk sınırında hala durum böyle olabilir, katma değeri çok düşük olan rutin işlerde, transformasyon ekonomilerinde hala bu geçerli olabilir. İşlediği sürece bu şekilde yaşamaya devam edebilirsiniz. Ancak katma değeri yüksek işlerde hayatın böyle olmadığı kabullenmemizde fayda var. Artık arzu ettiğimiz sonuca ulaşmak için üzerinde neredeyse hiç yaptırımımız olmayan bireylerin bizim arzu ettiğimiz katkıyı ortaya koymasını sağlamak zorundayız. Bu kurumsal hayatta böyle, ticarette, akademik hayatta, hatta ailemizde bile böyle… Ailenin başı, lideri tartışmaları bile artık geride kaldı. Çok paydaşlı bir network içinde üzerinde kontrolümüz olmayan kişilerin ulaşacağı sonuçlarla başarımızın ölçüldüğü bir dünyada yaşıyoruz…

Beşeri boyutta işler böyleyken bir de karşımıza çıkan “big data” kavramı var. Profesör Harari Davos’taki konuşmasında “20. yüzyılda demokrasiler diktatörlüklere karşı daha başarılı oldular, bunu en önemli nedene demokrasilerin çok merkezden verinin işlenmesine izin vermesiydi” diyor. Yani demokrasilerle otokrasilerin farkını çok merkezli ve tek merkezli veri işlenmesi ve karar mekanizmalarını olmasına bağlıyor. Ama diyor ki “günümüzde elimizde olan imkanlarla ulaştığımız ve işlediğimiz veri öyle bir boyuta geldi ki artık tek merkezden verilen kararlar daha etkin olabilir”. Dijital diktatörlükler hakkında bizleri uyardığı bir konuşma yapıyor… Sanırım son günlerde tanık olduğumuz Cambridge Analytics ve Facebook tartışması da bunun bir kanıtı… Sosyal medya hesaplarınızda yaptığınız yüz beğeniyi öğrenip sizi sizden daha iyi tanıyacağını iddia eden algoritmaların gerçek olduğuna inanmak durumunda kalıyoruz.  Yani big data ve platform ekonomileri konusunda bilincimizi ve farkındalığımızı çok yüksek tutmamız gereken bir dönemde yaşıyoruz.

Peki geleceğimizi nasıl tasarlayacağız? Ürün ve hizmet tasarımı konusundaki metodolojilerini hayat tasarlama konusuna uyarlayan Stanford Üniversitesi öğretim üyeleri Dr. Evans ve Dr. Benett’in hayatımızı tasarlama konusunda çalışmalarını yaptığı D.Life laboratuvarının bir etkinliğine geçtiğimiz hafta ev sahipliği yapma imkanım oldu. “Hayatımızın yönünü çizmek için elimizde bir GPS yok” diyorlar, yani bu hızla değişen dünyada bundan yıllar sonra nerede olmak, ne yapmak istediğimize şu an karar verip doğru yola çıkmamız pek de mümkün değil. “Onun için hayat çizgimizi tasarlarken hep bundan sonraki en iyi liman hangisi onu bulup oraya ilerlemeliyiz” şeklinde bir öneride bulunuyorlar. Yapılan çalışmalarda “tutkunuz nedir” sorusuna ancak ankete katılanların beşte birinin cevap verebildiğini, “her zaman en iyi olduğunuz konuyu bulun ve ona odaklanıp geleceğiniz şekillendirin” şeklinde karşımıza çıkan önermelerin ise en son yapılan  bilimsel araştırmalar sonucunda son derece yanlış düşünce kalıpları olduğunu keşfettiklerini iddia ediyorlar. Hiç bir şey için geç kalınmadığı, insanın hayatında çok büyük değişikliklere gitmeden de yaşam enerjilerini arttıran etkinlikleri tespit edip günlük rutinlerini o yönde değiştirerek çok daha tatmin oldukları bir yaşam tasarlayabileceklerini söylüyorlar.

Ve günümüzde “para üretmek” yerine “anlam üretmenin” daha önemli olduğu iddia ediyorlar. Keza geçtiğimiz hafta Amsterdam’da konuk olduğum  IRC – International Global Executive Search Partners ortakları ile yaptığım sohbette Meksika’dan bir yöneticiyi Avrupa’ya getirmenin Avrupa’da aynı ülke içinde bir yöneticinin şehir değiştirmesinden daha kabul edilebilir olduğunu paylaştılar… Uçakta yanımda oturan bir iş adamımız haftada yedi günün ona yetmediğini ancak Leiden’daki iştiraklerinde neredeyse herkesin haftada sadece dört gün çalıştığını ve bunu hala kabullenemediğini söylüyordu… İşin sırrı hayatta nerede anlam bulduğumuzla ilgili ve tabii ki yarattığımız katma değer ile… Maalesef bu bağlamda coğrafyalar arasındaki uçurumun giderek artacağı bir döneme giriyoruz. Bir yandan teknoloji birçok imkanı dünyanın her yerine götürürken, bir yandan da üretilen katma değerler arasındaki farkın da açılmasına neden oluyor.

“Şu evrenin bolluğu içinde neden kendini bir zindaya sokarsın ki, aslında kapı sonuna kadar açık” demiş Hazreti Mevlana. “Altının üstünden daha iyi olmadığı ne malum?” demiş Şems-i Tebrizi. Yani tarih boyuncu hep değişim yaşanmış. Sanki en çok biz zorlandık gibi gelse de bizlere kim bilir kimler neler yaşamış, daha neler yaşanacak. Sanırım mühim olan dünün doğrularına saplanıp kalmadan bizi buraya getiren özelliklerimizin bizi belki de daha ileriye götürme konusunda yeterli olmayacağını hatta belki de engel olacağını kabul ederek bu değişimin altının iyi taraflarını keşfetmek, o yönde hazırlanmak…

Umarım içinde yaşadığımız bütün bu günlük kargaşalara rağmen bu muhteşem dönüşümün kaybedenler kısmında kalmamak için ülkece gerekli insiyatifleri ele aldığımız bir sürece girebiliriz.

Bu yazı yorumlara kapalı, ama trackback'ler ve pingback'ler açık.