"Enter"a basıp içeriğe geçin

Hisar Okulları İletişim Bülteni “edu” Yaz sayısında yayınlanan söyleşim…

FullSizeRender 2014 senesi yaz sayısında Hisar Okulları İletişim Bülteni “edu” bir söyleşimize yer verdi…

Mütevellisi olmaktan gurur duyduğum ve yönetim kurulunda elimden geldiğince destek olduğum Hisar Okulları eğitim anlayışı ile bence örnek bir kurum. “Keşke bizim zamanımızda da böyle okullar olsaydı” dedirten o kadar çok özelliği var ki… Ama hiç haksızlık yapmak istemem. Benzer yıllarımı geçirdiğim AÖD Tevfik Fikret Lisesi ve Ankara Fen Lisesi bizim zamanımızda da çok özel bir eğitim sunan kurumlardı… Ancak değişen zaman ile eğitim alanında nelerin değiştiğine Hisar Okullarındaki tecrübem ile vakıf oldum… Burada söyleşime yer vermek istiyorum, ancak yakın bir gelecekte modern K12 eğitim anlayışı üzerine de yazmaya devam edeceğim…

Söyleşinin tamamı için:

Hisar Okulları EDU dergisi 32. sayısı için röportaj soruları

IMG_4399

 

1. Okurlarımızın sizi daha yakından tanıyabilmesi için bize kısaca kendinizden söz eder misiniz. (Doğum yeri ve yılından, aile ortamından, ilk ve ortaöğretim döneminden kısaca söz edilmesini bekliyoruz.)

 

1968 Ankara doğumluyum. Sekiz yaşına kadar babamın görevi gereği değişik illerde bulunduktan sonra yirmi bir yaşıma kadar Ankara’da yaşadım. Babam Yargıtay daire başkanlığı yapmış bir yargıçtı, annem de aslında güzel sanatlara yatkın olmakla beraber devlet memuru olarak değişik mevkilerde görev yapmıştı. Bir kardeşim var. İlkokula Antakya’da başlayıp ikinci sınıfta Ankara Maltepe İlkokulu’nda okumaya devam ettim. Okulumuz eve yürüme mesafesindeydi. Genelde sabahçıydım, annem o senelerde çalışıyordu, okul saatleri dışında biz de kardeşimle okul çıkışı ya evde ya da apartmanımızın bahçesinde oyun oynuyorduk. Bütün oyuncaklarımızın bir karakteri olduğu kendimizce geniş bir hayal dünyasında oyunlar oynardık. Her ne kadar erken yaşlarda “kum kamyonu şöförü”, arkasından da “astronot” olmak gibi meslek hayallerim olsa da adını koyamamakla beraber sanırım o zamandan bankacı olacağım belliymiş: hayal dünyamızda oyuncaklarımıza kazandırdığımız karakterlerimizle kurduğumuz oyunlarımızda banka hesaplarından, aylık ve işlemsel kazançlara, hatta tapu senetlerinden borç ilişkilerine kadar birçok kavram yer alıyordu. Bütün bunların yazılı olduğu defterlerim bile vardı… Kardeşim TED Ankara Kolejine ilkokul üçüncü sınıftan geçerken, ben de ortaokulda AÖD Tevfik Fikret Lisesinde okumaya başladım. Ortaokul çok daha renkli ve keyifli bir ortam sunuyordu. Bu yıllarda sonra uzun seneler oynayacağım basketbol ile de tanıştım.

 

2. Fen Lisesi tercihi doğrudan sizin kararınız mıydı, yoksa aileden ya da öğretmenlerinizden sizi bu konuda yönlendiren biri/birileri oldu mu.

 

İlkokuldan beri aslında hep başarı odaklı bir eğitim hayatım oldu. Derslerde başarılı bir öğrenci olunca sistem ister istemez sizi belli sınavlara yönlendiriyordu. İlkokulda Milliyet Bilgi Yarışması diye bir yarışmaya girdiğimi, bu yarışmada başarılı olunca okul yönetiminin beni tebrik ettiğini hatırlıyorum. Ailem de hep derslerimin iyi olmasına beni yönlendiriyordu. Durum böyle olunca özel okulların sınavlarına girmem söz konusunu olmuştu. Babam başka bir şehirde okumama izin vermeyince Istanbul’daki alternatifler benim için mümkün olmamış, ben de Ankara’daki okullar arasından tercihimi yapmıştım. Ortaokul tercihimi şekillendiren nedenler oldukça duygusaldı diyebilirim. O tarihlerde gerek TED gerekse de Anadolu Lisesi daha yüksek puan ile öğrenci alırken, ben Tevfik Fikret Lisesi’nin ortamını çok beğenmiştim. Okul baraka şeklinde beyaz duvarlı, tek katlı prefabrik binalarda eğitim yapıyordu. Hem okulun ortamı hem de Fransız öğretmenlerin varlığı bana çok cazip gelmişti. Burada da derslerimde başarılı olunca bir sonraki aşama olarak karşıma Fen Lisesi çıkmıştı. Tabii o tarihlerde Fen Lisesi hala orijinal yapısını koruyordu, Türkiye genelinde 96 öğrenciyi seçip alan ve mezunlarına bilimsel, analitik ve yaratıcı düşünme yetkinlikleri kazandıran, bilim adamı yetiştirmek için insan karakterinin şekillendiği o senelerde çok özel bir gelişim ortamı sunan bir okuldu. Biz o sene aynı sınıftan dört kişi bu sınavı kazanıp Fen Lisesi’ne geçiş yapmıştık. Yani tam olarak kim, nasıl bizi yönlendirmişti hatırlayamıyorum ama sanırım o yıllarda genel sistem derslerinde başarılı olan öğrencileri bir şekilde bu akışın içine çekiyordu.

 

 

3. Ortaokul ve lisede nasıl bir atmosfer içindeydiniz? Beklentilerinizi karşılayan bir ortam var mıydı? (Öğretmenleriniz ve arkadaşlarınızla ilişkilerinizden, özellikle ilgi duyduğunuz derslerden, varsa sizi etkileyen karakterlerden söz edebilirsiniz.)

 

Bizim zamanımızda Ankara Fen Lisesi hala orijinal halini koruyordu. Tartan atletizm pisti, kapalı spor salonu, son derece donanımlı laboratuvarları, yaratıcılığı destekleyen bir eğitim sistemi ve öğretmenlerimiz vardı. Hatta o tarihlerde Ankara’da sırıkla yüksek atlama yarışmalarında kullanılan tek fiber sırık bizim okulumuzdaydı. Basketbol takımız her sene ülkemizdeki üç Amerikan üssünün liselerinin takımları ile bir turnuvaya katılır, bir sınav ve gelecek kaygısı olmadan keyifli bir ortamda lise yıllarımızı geçirme imkanı bulurduk. Yatılı okumanın da bambaşka bir hazzı vardı. Tabii o yaşlarda okul değiştirmek aslında çok da kolay değil belki de… Hala soranlara “ortaokul terk” derken aslında Tevfik Fikret’in sunduğu hem dil, hem kültür hem de keyifli eğitim ortamına duyduğum özlemi dile getiriyorum. O senelerde böylesine uluslar arası ve medeni bir ortamda okumuş olmamın ilerideki yaşlarda çok faydasını gördüm. Fen Lisesi’nde okuduğum için de ayrıca çok şanslı görüyorum kendimi. Hala izlerini taşıdığım, karakterimin oluşumunda çok özel bir yeri olan çok değerli ve özel dostlukların şekillendiği bir yerdi Fen Lisesi… Hem kazandığımız akademik refleksler, hem de sistemsel ve bilimsel düşünme yeteneği kariyerim boyunca hep bana büyük destek oldu. Ortaokulda haz duyduğum dersler matematik, Fransızca ve Türkçe dersleri olurken, benim için o senelerde bir kabusa dönüşen ama hayatım boyunca büyük faydasını gördüğüm dersimiz ise daktilo dersiydi… Kimin vizyonu ile bize böyle bir ders verildi bilmiyorum ama “f” klavye ile yazmayı öğrendiğimiz bu dersten neredeyse sınıfta kalacak kadar çok zorlanmıştım. Sonrasında ise hala “f” klavye sayesinde hala hiç zorlanmadan çok akışkan bir şekilde yazı yazmama vesile oldu bu ders… Lisede ise benim için öne çıkan dersler kimya, matematik ve geometriydi diye hatırlıyorum. Başarı özgüveni, özgüven de başarıyı destekliyor. Daha okulun ilk aylarında çok zor bir kimya sınavından herkes çok kötü notlar alırken şans eseri iyi bir not aldığımı hatırlıyorum. Bir anda kimya konusunda hem benim öz güvenim gelirken, hem de çevremde kimya alanında “go to body” olmuştum. Böylece aslında kimyaya hiç özel bir ilgim ve yeteneğim yokken herkesin o alanda bana geliyor olması ister istemez sanırım beni motive etti ve bu alanda ulusal ödüller ve dereceler alarak mezun oldum. Geometri ise rahmetli babamla hep tatlı bir atışma içinde olduğumuz bir alandı. Hukukçu olmasına ve liseyi normal bir devlet lisesi olan Antalya Lisesinde okumuş olmasına rağmen babamın matematiğe ve özellikle geometriye büyük bir yatkınlığı vardı. Ben de lise son sınıfta hepimizin çok zorlandığı geometri dersimize babamın yırtık, eski, parçalanan bir lise kitabından çalışarak farklı bir şekilde iyi notlar aldığımı hatırlıyorum… Yani bir anlamda “eğitim seviyesi seneler itibari ile aslında nereden nereye geliyor” veya “eğitimin içeriği ve amacı nasıl değişiyor” konusunda hep örnek olarak aklıma gelen bir tecrübe olmuştu. Tabii o yıllarda hayatımda iz bırakan çok önemli bir karakter daha vardı: İlk İngilizce hocam Freddy Mercury… Hem ortaokulda hem de lisede yabancı dil olarak Fransızca okumama rağmen Queen grubunun müziği o yaşlarda beni çok etkilemişti. Ankara’da belki de bu alanda tek bilgi kaynağımız İngiliz Kültür’ün kütüphanesine gidip Queen’in plaklarının arkasında yazılı şarkı sözlerini el yazısı ile not defterime kopyalayıp, sonra hem kardeşimin yardımı hem de sözlüklerle teker teker anlamlarını bulup günlerce, gecelerce Mercury’nin şarkılarına eşlik ettiğim günlerdi… En yakın arkadaşlarımın “Skull” isimli bir rock grubu kurmaları ile İngilizce öğretmenlerim listesi Ian Gillian, Fish gibi isimlerle zenginleşti ama Mercury’nin yeri benim için hep çok özel oldu…

 

IMG_44004. Bu dönemde ders dışı etkinlikleriniz, özel ilgi alanlarınız var mıydı? Okulunuz ve aileniz bunlara imkân tanıdı mı?

 

Ders dışı etkinlik olarak spor ön plana çıkıyordu. Hem atletizm takımı kaptanıydım, hem de basketbol takımında ilk beşte yer alıyordum. Her ne kadar atletizm takımımız çok başarılı bir performans sergilememiş olsa da takım kaptanı tecrübesi bana çok şey kattı diyebilirim. Genel anlamda rekabetçi bir alanda spor yapmış olmanın ama özellikle de takım sporları ile uğraşmış olmanın insanın genel gelişiminde, hatta kariyerinde önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum.

 

5. Üniversite tercihiniz nasıl şekillendi? Endüstri mühendisliği lisansı ve sonrasındaki yüksek lisans, doktora serüveninizden, akademik çalışmalarınızdan söz eder misiniz.

 

Ailemin lise gibi üniversiteyi de Ankara’da okumamı istemesi üzerine önce üniversite tercihime karar verdim. Çok da zor olmadı. Lise son sınıfa geçmeden önce güneşli bir günde ODTÜ’yü ziyaret ettim. Kampüs çok hoşuma gitti. Sıra ile bölümlere girip bulduğum öğretim üyeleri ile sohbet ettim. Şansıma Endüstri Mühendisliği binasında o zaman bölüm başkanı olan Ömer Saatçi ile karşılaştım. Ömer Hoca hiç üşenmeden beni karşısına aldı ve bir saati aşkın bir süre Endüstri Mühendisliğini bana anlattı. O gün kampüsten ayrılırken kararımı vermiştim, tercihim endüstri mühendisliği olacaktı. Sonuçta matematik güçlü olduğum bir alandı, sistem yaklaşımı, optimizasyon kavramı, insan faktörüne dokunan bir mühendislik alanı olması ve komplike, kompleks sistemlerin etkin işleyişinde önemli katkısı olması beni etkilemişti. Giriş sınavı öncesinde en üste endüstri mühendisliğini yazıp altına da peyzaj mimarisi ve Japon dili edebiyatı gibi farklı bulduğum alanları tercih sıralamasına yerleştirmiştim. Sonuçta çok isteyerek girdiğim endüstri mühendisliği bölümünü büyük bir zevk ve keyif ile okuyup, ekonomi alanında da bir minor yaparak mezun oldum. Yüksek lisans için ise Amerika’da iklimi hoşuma giden eyaletleri belirleyip ona göre tercihlerimi şekillendirdim. Sonuçta sadece iki okula başvurmuştum, birisi Florida’da Georgia Tech, diğeri de Kaliforniya’da Stanford University… Bölümde beni en çok etkileyen hocalarımdan birisi olan Nesim Erkip Stanford mezunuydu ve Stanford’da çok hoşuma giden konulardan biri olan yöneylem araştırmasının (operational research) mikro ekonomi alanında uygulamalarına odaklanan Engineering Economics Systems isimli bir master programı dikkatimi çekmişti. O bölüme kabul edildim. Ancak burs bulmadan gidebilmem mümkün değildi. Uzun ve zorlu bir süreç sonunda Sabancı Vakfının desteğini alıp Palo Alto’ya gittim. Çok keyifli ve renkli bir zaman geçirdim “farm” lakabıyla anılan Stanford’un harika kampüsünde ve Bay Area’nın muhteşem doğasında… Ancak master bitince sanırım hayatımda belki de en önemli yol ayrımlarından birisi ile karşı karşıya kaldım. Stanford’da PhD programına kabul edilmiştim ancak bir yandan da MBA yapmak bana çok cazip geliyordu. O zamanlar çok değer verdiğim bir büyüğüm bana Fransa’nın bu alandaki en önde gelen okulu HEC’yi methediyor ve bu okulun MBA programına o güne kadar hiçbir Türk öğrencinin girmemiş olduğunu söylüyordu. MBA yapma fikri bir şekilde bana çok cazip geldi ve HEC’nin MBA programına katılmak için Paris’e doğru yola çıkarken tam Silicon Valley’in dünya literatüründe önem kazandığı 1992 senesinde Palo Alto ve Bay Area’yı terk ediyordum…

 

IMG_44016. Profesyonel kariyerinize ilişkin kararlarınız yüksek öğreniminiz esnasında zihninizde belirginleşmeye başlamış mıydı? Eğitim sonrası iş yaşamınıza geçişinizi ve devamını biraz anlatır mısınız.

 

HEC’de bir seçmeli finans dersini alırken bankacı olmaya karar verdim. Hocamız Bruno Solnik adında hem Stanford hem de HEC’de ders veren, opsiyon teorisine önemli katkıları olmuş değerli bir akademisyendi. Bankacılığın ne kadar cazip bir meslek olacağına sanırım ondan daha iyi kimse beni ikna edemezdi. Okul bitince önce Fransa’da bir iki pozisyona baktım ve hatta çok da kısa bir iş tecrübem oldu ancak Paris öğrencilik için ne kadar çekici bir şehir ise iş hayatına başlamak için de o kadar zor ve itici bir şehir gibi gelmişti bana. Sabah güneş doğmadan metroya binip işe gitmek ve akşam güneş battıktan çok sonra yine karanlıklar içinde metroya binip eve dönmek nedense o zamanlar bana hiç cazip gelmemişti. Çalışma koşulları ve ortamı da bana çok uygun gelmeyince Türkiye’ye dönüp MBA programında bana kısmen burs vererek okulu bitirmemi sağlayan TEB’de işe başladım. O zamanlar çok cazip olan hazine bölümünde çalışmak yerine “kurumsal bankacı” olma tercihini kullanıp önce krediler sonra şube daha sonra da genel müdürlük kurumsal bankacılık bölümlerinde kariyerime başladım. Ancak ilk altı ayımı hiç unutamıyordum. Daha birkaç hafta öncesine kadar Fransa’nın en önde gelen okullarından birinde tek Türk öğrenci olarak her önemli aktivite yer alıyor, Jacques Delors dahil birçok önemli sima ile gerek yemek yiyor, gerek toplantılara katılıyorken, TEB’de Gayrettepe Şubesinde tozlu vesaik mukabili ithalat işlemleri, gayri kabulü rücu kredi dosyaları arasında günlerimi geçirirken her akşam eve gelip, “ben bunun için mi o kadar okudum” diye isyan ettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Ancak dedikleri gibi mesleğinizin çıraklığını yapmış olmak uzun vadede insana çok şey katıyor. Zamanla kurumsal bankacılık alanında hızla ilerleyip, yabancı sermayeli kurumlardan sorumlu bölümün başına geçip, daha sonra uluslararası finansal kurumlarla ilişkilerden sorumlu olup bir süre sonra da bankanın Amsterdam’da kurulan iştirakinin yönetiminde önemli sorumluluklar alıp kariyerime devam ettim. Birkaç yıl sonra da Sabancı Grubunun Londra’daki iştiraki Sabanci Bank plc’de Türk genel müdür olarak görev aldığımda yüksek öğrenim süresince beni destekleyen her iki kuruma da manevi borcumu geri ödeme fırsatı edinmiş oldum.

 

 

7. Sivil toplum kuruluşlarıyla yakın ve yoğun bir ilişkiniz var. Bu tür çalışmalara yönelmenizi sağlayan motivasyon unsuru nedir? Bunlar içinde sizin için özellikle önemli olanlar, diğerleri içinde ayrı bir yer teşkil edenler var mı? Bireylere ve topluma nasıl katkıları var bu çalışmaların sizce?

 

Mesleğimi çok sevmekle beraber sivil toplum kuruluşlarına da büyük ilgi duyuyorum. Zamanımı, enerjimi ve imkanlarımı belli bir dengede tutmaya gayret ediyorum. Yaşadığımız topluma, iş dünyasına ve hatta gelecek nesillere mesleğim dışında başka alanlarda dokunabiliyor olmak, katkıda bulunmak, pozitif değişimine vesile olmak benim için büyük motivasyon unsuru. Birçok kurumda üye olmama ve sorumluluk almama rağmen benim için özel yeri olan birkaç kurum ve platform var. Beni su süreçte geliştiren JCI’ya burada değinmeden geçemeyeceğim. “Active citizenship” kavramını yaşadığımız toplumda pozitif değişime katkıda bulunmak olarak tanımlayan ve bu yönde bir liderlik gelişimi kurumu olan JCI hem eğitimcilik profilimi oluşturmama hem de STK kavramını en etkin şekilde tanımama vesile olan bir kurum olarak benim için çok özel bir yere sahip. JCI bünyesinde on altı yıldır otuzu aşkın ülkede liderlik üzerine eğitimler verme imkanım oldu. Keza son senelerde bu birikimimi ayrıca Istanbul Rotary bünyesinde yaptığımız uluslararası Rotary Youth Leadership Awards (RYLA) programlarının da eğitimcisi olarak yirmiyi aşkın ülkede gelen katılımcılarımızın liderlik gelişimine katkıda bulunarak değerlendirme fırsatı buldum. Boğaziçi Universitesi’nde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak da gençlerin gelişimine destek olmayı hedefliyorum. Halen aktif olarak görev aldığım dernek ve vakıflar içinde benim için en nadide yere sahip olanlarından birisi tabii ki mütevelli heyeti üyesi olduğum Hisar Eğitim Vakfı. Son bir senedir yönetim kurulunda da aktif olarak okulumuzun yönetimine katkıda bulunmaya gayret ediyorum. Öte yandan Avrupa Koçluk ve Mentorluk Konseyi Türkiye (EMCC) ve Çin Türk Araştırma Merkezi (ÇİTAM) başkanıyım. Bir diğer kurucu başkanı olduğum kurum ise İngilizce Konuşanlar Derneği (English Speaking Union) ESU Türkiye…

 

8. ESU’dan söz eder misiniz? Nasıl ve hangi amaçla kuruldu? Ne tür etkinlikler yapılmakta? Başlangıç hedefine uygun ilerlemeler kaydedildi mi?

 

English Speaking Union, Amerika ile İngiltere arasındaki karşılıklı anlayışın ve diyalogun gelişimine katkıda bulunmak amacı ile Birinci Dünya savaşından sonra Londra’da kurulan bir “Royal charity”. Zamanla gelişip günümüzde 50’yi aşkın ülkede faaliyet gösteren uluslararası bir STK olmuş. Ülkemizde ise 2009 yılı içinde kuruluşuna başladığımız ESU Türkiye’yi ülkelerin artık birbiri ile kaçınılmaz bir şekilde ilintili olduğu ve İngilizce’nin bu ağın ortak dili haline geldiği bir dünyada, İngilizce vasıtasıyla küresel anlayışın gelişimi sürecinde ülkemiz gençlerine imkan yaratmak ve destek olmak amacı ile hayata geçirdik. Günümüzde İngilizce bir çok alanda kişisel ve toplumsal başarının anahtarı durumunda: İş dünyasında, sanatta, sporda, teknolojide ve daha birçok alanda İngilizce küresel bir iletişim aracı olarak ortaya çıkmakta. Tek başına Çin Halk Cumhuriyeti’nde 130 milyonu aşkın kişinin İngilizce konuşması ve bu sayının 2020 yılında ABD’nin nüfusunu geçeceği gerçeği dikkate alındığında İngilizcenin evrenselliği daha da önemli bir boyut kazanmaktadır. Ülkemiz insanının daha yüksek refah seviyesine ulaşabilmesi, çağı yakından takip edebilmesi için hem daha iyi dil becerisi hem de özgüven ile donanması gerektiğine inanıyorum. Burada evrensel bir dili konuşabilmekten daha da önemlisi bu dil vesilesi ile kendini iyi ifade edebilen, duygu ve düşüncelerini muhatabına en etkin şekilde iletebilen ve bu sayede muhakeme ve iletişim yeteneği gelişmiş bir neslin gelişimine katkıda bulunmayı hedefliyoruz.

 

ESU Türkiye olarak geçtiğimiz üç yıl içinde lise ve üniversitelerde yaptığımız münazara, topluluk önünde konuşma eğitimleri ve yarışma programları ile 2500’den fazla gencimize ulaştık.

 

Kuruluşundan itibaren ESU Türkiye için Hisar Okullarının çok özel bir yeri var. İlk günden beri ulusal Public Speaking yarışmamıza okulumuz ev sahipliği yapıyor. Önde gelen birçok eğitim kurumunun iştirak ettiği bu yarışmamızda her sene on beş kadar lisenin bu alanda okul birincilerinin ve ikincilerinin katıldığı yarışmada iş dünyamızdan da önde gelen temsilcilerin de katılımı ile büyük jüri önünde büyük final yarışması sonunda her sene ulusal şampiyonumuzu seçiyoruz. Bu seçtiğimiz kişi ülkemizi her sene Mayıs ayı içinde Londra’da yapılan dünya şampiyonasında ülkemizi temsil ediyor. İlk sene okulumuzdan Troy’un bizleri temsil ettiği bu şampiyonada geçtiğimiz senelerde Üsküdar Amerikan, Açı Okulları, Işık Okulları, Kabataş Lisesi gibi okullardan öğrenciler ülkemizi temsil etmişti. Bu sene ise okulumuzdan sevgili Sam Türkiye adına bu yarışmaya katılmaya hak kazandı.

 

Öte yandan geçtiğimiz sene itibari ile İngilizce münazara (debate) milli takımımızı da ESU Türkiye himayesine aldık. 2013 senesinde World Schools Debate Council (WSDC) dünya şampiyonasına Antalya’da ev sahipliği yaptık. Bu sene ilk defa yedi okulun katlımı ile ESU Türkiye Debate League organize ettik. İngiliz Konsolosluğu Pera House’da yapılan büyük finalde Robert’i yenen FMV Işık Okulları Ayazağa ulusal şampiyon oldu. Keza bu sene yine ilk defa yapılan Debate Academy’miz de son derece başarılı oldu. Masa başında münazara ederek kazanmayı bilen, uluslararası ortamlarda en etkin şekilde kendini ifade edebilen bu gençlerimizi yarınlara daha da iyi hazırlayabilmek için bu akademi programımızı yılda iki defa bir kış, bir de yaz tatili öncesinde yapmaya karar verdik. Bu arada bu seneki debate milli takımımızda dört ayrı okuldan öğrenciler olması (Robert, Açı, Galatasaray ve Işık) ayrıca bizlere gurur veren bir başka başarı… Milli takımız bu sene Ağustos ayında Tayland’da yapılacak WSDC şampiyonasında ülkemizi temsil edecekler…

 

 

 

9. Biliyorsunuz Hisar Okulları yabancı dil eğitimine büyük önem veriyor ve öğrencilerin kendini ifade eden, yaratıcı bireyler olarak yetişmesini esas alıyor. Hisar’ın mevcut sistemi hakkında neler düşünüyorsunuz?

 

Bizim eğitim anlayışımız her öğrencimizin kendisini en iyi şekilde tanımasına, içindeki cevheri keşfetmesine ve kendini en etkin şekilde ifade etmesine olanak tanıyan prensiplere dayanıyor. Zaten bir veli olarak Hisar’ı tercih etmemizin de en önemli nedeni buydu. Okulumuz dünya vatandaşı olacak seviyede donanımlı bir eğitim sunuyor çocuklarımıza. Günümüzde bu seviyede bir eğitim alan bütün bireylerin kendini hem ana dilinde, hem de ana dili seviyesinde İngilizce olarak da ifade edebilmesi gerekiyor. Ailelerin de ilave çabası ve katkıları ile bu konuda oldukça başarılı olduğumuza inanıyorum. Ancak bir üçüncü dil konusunda sunduğumuz seçeneklerin yeterli olup olmadığı konusunda çok net bir fikrim yok. İkinci bir yabancı bir dil büyük ölçüde bir kültürü, bir yaşam biçimini tanıma fırsatını sunuyor öğrencilerimize. Bu bağlamda sadece İspanyolca, Fransızca ve Almanca günümüz değişen koşullarında ne kadar yeterli bir menü emin olamıyorum.

 

 

10. Hisar öğrencilerine, öğretmenlerine ve idari kadrosuna ne tür önerilerde bulunmak istersiniz?

 

Yatay eğitim dediğimiz daha katılımcı öğrenme yöntemlerini keşfetmelerini, içselleştirmelerini ve en etkin şekilde uygulamaya sokmalarını arzu ederim. Kurucusu olduğum Kurumsal Esenlik Merkezi (www.cwcntr.com) bünyesinde takip ettiğimiz pozitif psikolojinin eğitim alanında uygulamaları üzerine mesela çok çarpıcı bir araştırmadan bahsedebilirim. Yatay eğitim tekniklerinin daha etkin kullanıldığı ülkelerin günümüzde sosyal ve ekonomik açıdan daha ileri gittiği mesela hala ders anlatma şeklinde dikey eğitim yöntemlerinin sıklıkla kullanıldığı Güney Avrupa / Akdeniz ülkelerinin ise birçok alanda sıkıntıyla karşılaştığını detaylı verilerle destekleyerek anlatan akademik çalışmalar bulunmakta… Yani öğrencilerin birbirlerinden, yaptıkları aktivitelerden, münazara ederek, rol oynayarak, konuyu beş duyu ile irdeleyerek yaratıcı bir şekilde ele alabildiği eğitim ortamları daha tatminkar bir yaşam vaat ediyor öğrencilerimize.

 

İkinci bir tavsiyem ise gerek Avrupa gerekse de Uzak Doğu’da benzer okullar ve meslektaşları ile daha yakın ilişkiler geliştirmeleri. Her ne kadar eğitim teknolojileri ve yöntemleri bize hala Amerika’dan geliyor olsa da bunları en etkin şekilde uygulamaya geçiren çok nadide kurumlar var hem Avrupa’da, hem de Singapur, Şangay ve Hong Kong gibi merkezlerde. Eğer günümüzde yaşanan eksen kayması bir on yıl daha devam ederse gerçekten birçok yeni fırsat artık Batı yerine Doğu’da ortaya çıkacak. Bu yüzden belki yabancı dil eğitiminde Çince ve Rusça gibi dilleri, yaz tatillerinde ve yaz okulları için yine bu bölgeleri, hatta ileride üniversite tercihleri için bile belki Doğu’da ne fırsatlar olduğunu araştırıp kendileri uygun geldiği ölçüde dünyalarını bu yönde geliştirmelerini öneririm.

 

Ve son olarak da özellikle velilerimiz ve öğrencilerimiz için “mutluluk mu başarıyı, yoksa başarı mı mutluluğu getirir” sorusunu tekrar tekrar düşünmelerini, yataktan fırlayarak güne başladıkları enerjik oldukları günlerde hayatlarını dolduran değerleri iyi tanımlayıp yaşam tasarımlarını bu değerler ekseninde yapmalarını tavsiye ederim.

 

 

 

Bu yazı yorumlara kapalı, ama trackback'ler ve pingback'ler açık.