"Enter"a basıp içeriğe geçin

Yolda olmak – Yolda kalmak

Kriz ve tıkanmışlık duygusu ile bezenmiş zor günler geçiriyoruz. Sanki yolculuk bitti, sanki bir yerlerde yolda kaldık gibi bir duygu, kendini müthiş bir mizah anlayışı ile ifade eden ağır endişe ve kaygı dolu söylemler…

Oysa ki zaman akıp gidiyor, bizler olsak da olmasak da hayat devam ediyor. Seneler önce bir seyahatimde yolda kalmıştım, arkasından oturup düşündüğümde “yoksa aslında hep yoldayız da bir yerlerde kaldığımız hissine mi kapılıyoruz zaman zaman?” diye sorgulamıştım…

Konuşmacı olarak davetli olduğum iki ayrı etkinlik için Bilbao’dan Hong Kong’a gitmeyi planlıyordum. İspanya’da EMCC’nin koçluk ve mentorluk konferansından Taiwan’da JCI’ın genç liderler kongresine hiç yolda ara vermeden aktarmalı uçaklarla giderken eşimle Istanbul – Hong Kong arasını birlikte uçmak ve Hong Kong’da bir – iki gün kalıp, hem yatırım bankacılığı ile ilgili görüşmeler yapmak, hem de bir Pazar günü bu ilk defa gideceğim şehri doyasıya gezmekti amacım…

Bilbao’daki konferanstaki sunumumuz biter bitmez hemen hızla yola koyulmuştum. Ama çok uzağa gidemedim… 15.30’da Bilbao’dan kalkan Air France ile Paris aktarmalı uçup, 23.20’de Istanbul’a inip, valiz değiştirip 01.00 Hong Kong uçağına yetişmekti planım. Hatta Bilboa – Paris uçağında kabin içinde yanıma almama izin vermeyeceklerini düşündüğüm valizimi bile bir arkadaşıma bırakmıştım. Ama pırıl pırıl güneşli bir havada, bomboş diyebileceğim Bilboa havaalanında sadece bir yerde kalabalık vardı beni bekleyen: Bizim uçak gelmemişti, ne zaman geleceği ve kalkacağı da belli değildi. Belli olan tek şey Air France’ın o gün beni Hong Kong uçağına yetiştiremeyeceğiydi…

Ama mücadele duygusu ilginç bir şey. Tıkanmışlığı, yenilgiyi kabul etmeden oradan oraya koşan, bir yanda Istanbul’da acente, diğer yanda bütün havayollarını tarayan bir beyin ve sonuçta 15.40 Madrid uçağı ile 23.20’de Istanbul’da olunabileceği bilgisi… Hong Kong uçağının değişiklik cezası, yanan otel paraları, alt üst olduğu duygusu veren planlar, eşimin yanındaki koltukta olamamanın verdiği üzüntü, vesaire… Ve sonunda uçağın kapanmasına iki dakika kala Istanbul’daki acenteye aldırılan yeni bilet… Koşarcasına güvenlikten geçiş, yenmemiş öğle yemeğini fark edip bir peynirli sandviç kapıp uçakta en ön koltuğa yerleşmenin ve hedefe Paris olmazsa Madrid’de ulaşacağımın mutluluğunu yaşayış… Kapılar kapanmadan son anda atılan “yola çıktım” mesajları…. Taa ki uçak pistin başına gelip, anlamsız bir şekilde bomboş havaalanının ortasında durup durup anlamadığım bir İspanyolca anons sonrasında tekrar harekete geçene kadar… Yanımdakiler söylenirken gelen İngilizce mesaj: “fren sistemlerinde aldığımız bir hata mesajı yüzünden aprona geri dönüyoruz”… Hani bir uçak zaten gelmemişti, ikinci bir uçak, hem de ilki ile hiçbir ortak yönü olmayan bir başka uçak, pistin ortasında alıp beni tekrar geri döndürüyordu havaalanı binasına…

Tamir işlemlerinin uzun süreceği anlaşılınca bizi otobüsle alana geri götürdüklerinde o gün o limandan kalkmayan sadece iki uçağın onlarca yolcusu arasında belki de tek ortak nokta olduğumu hissediyordum. Üretici firmalar, işleten şirketler, konuşulan diller, verilen yemekler, uçulan limanlar, her şey ama her şey farklı, tek ortak yanları ikisi de beni Hong Kong uçağına yetiştirmek için elimde olan yegane imkanlar… Başka hiçbir ortak yönleri yok… Ve o iki uçak nedense o gün Bilbao’dan yola çıkamıyordu.

İnsan kötü hissediyor… Gidememek kavramı insanın içinde “acaba gitmemeli miyim?” sorusuna dönüşüyor. Ama olmaz ki, “yetişememem hayırlısıymış” diyeceğim Hong Kong uçağında eşim uçuyor… İşte o anda uçak biletimi değiştirmek için tekrar satış ofisinde beklerken aklım başıma geliyor… Ne beni asıl üzen… Nedir bu duygular… O kadar da önemli ne var beni bekleyen Hong Kong’da? Hiç bir şey… İşte o anda anlıyorum aslında kaçırdığıma üzüldüğüm şeyin eşimin yanında olmak olduğunu. Gerisi bir bütünün parçaları. O zaman farkına varıyorum ki bu şekilde yarın Istanbul’da kızımı görebileceğim. Madem eşim yok bu akşam o zaman yarın kızım var. Bu akşam gitti, ama hemen soruyorum yarın sabah en erken nasıl Istanbul’da olurum diye… Barcelona çıkıyor karşıma. Ama Iberia ile değil, Vueling diye bir yerel uçuş ile gidip geceyi Barcelona’da bir otelde geçirip sabah 5.55 THY uçağı ile gidebiliyorum sabahtan kızıma… Her şey için pazarlık etmem gerekiyor. Son derece anlayışlı bir görevli var karşımda. Her mimiği, kelimesi, yaklaşımı ile duygularımı paylaştığını hissediyorum. Bir yandan yeniden bir hedef bulup onun için mücadele vermeye başlamışken, bir yandan da uçağın frenleri bozulduğunda hissettiğim yenilmişlik, teslimiyet duygusu geliyor… Sonunda Barcelona ile ilgili her şey tamamlanıyor, elimde yeni bilet. Duruyorum. Bilete bakıyorum, kontuara yaslanmış, bir sessizlik… Daha o sabah Nancy Klein’i dinlemiştik, o sessizlik anının önemini anlatıyordu. Nasıl bir yeni hayat yeşerebileceğini anlatıyordu o “tiny huge moment of silence” dediği sessizlik anında… Ve kontuardaki görevli kadın bana bakıyor. “İsterseniz biraz düşünün, nasıl isterseniz öyle yapalım” diyor… Ne istiyorum gerçekten… Nereden geliyor bu içimi yoran duygular, gerçekten ters olan ne, gerçekten beni sıkan, üzen ne… Ne yapmalıyım, ne yapmak istiyorum, ne istiyorum…

Alıp çantamı oturuyorum. Mücadele etmek gelmiyor içimden. Dinlenmek istiyor içim, ne başarı, ne stres, sadece dinlenmek… Dönüp olması gereken neyse o olsun diyorum, tekrar aynı uçak ile Madrid, gece Madrid, yarın daha geç bir saatte de olsa kızım. Ama dört saat önce orada olacağım hırsı ile değil, ne zaman olursam olayım duygusu ile… Eşime iyi uçuşlar diliyorum. “Seni seviyorum” diye yazıyor bana. “Yapmak istemediğin hiçbir şeyi yapma”… Gözlerimden yaşlar süzülüyor…

Madrid’e indiğimizde geç olduğu hissi var. Otel voucher’umu alıyorum ve havaalanında dolanıyorum. Gidecek bir yeri, bir hedefi olmayan, o gece orada kalacak bir yolcu… Giden ve gelenlerin terminalinde kendini handa hisseden bir yolcu… Biraz seyrediyorum gelenleri ve gidenleri… Sonra aklıma geliyor yanımda bir kazak bile olmadığı, ya soğuksa dışarısı diyorum, sırtıma (bana hala o günü hatırlatan) çok uygun fiyatlı bir hırka satın alıyorum…

Tabii aslında nerede bunun yolda kalması: Hayat bir yol değil mi? Hepsi bir akış. O akışın içine setler çekip, o setlerin yeri değişince “yolda kaldım” diye gelen haykırışlar… Her sabah güne gözümüzü açarken o gece nerede uyuyacağımızı bilerek yaşıyoruz. Ya da işte böyle zamanlarda aslında sadece “bildiğimizi sandığımızı” anlıyoruz.

Geçen hafta yaşadıklarımız bu anımı canlandırdı zihnimde… Başını alıp giden döviz kuru, beraberinde gelen bütün sosyo-ekonomik ve diplomatik kaygılar, kim bilir değişen nice planlar, hedefler, öncelikler… Bir Bayram tatili haftasına böyle mi girmeliydik?

Bundan çok daha zor dönemler olmuş insanlık tarihinde, hatta bugün bile başka coğrafyalarda nice daha büyük zorluklar yaşanıyor. Ama o anda bizim başımıza gelen ne ise, yaşadığımız deneyim ne ise, gerçek olan o oluyor. Oysa ki hayat bir yolculuk. Sevdiklerimizle sağlığımız ve huzurumuz yerindeyken bir başka lezzetli bir yolculuk. Yolda kaldığımızı, tıkandığımızı hissettiğimiz her anda zihnimizde nice başka kapıların açıldığı bir yolculuk…

Biz ne milletçe, ne de birey olarak yolda kalmadık. Yolculuk hepimiz için devam ediyor. Yeter ki anlam bulduğumuz, sevdiklerimizle beraber olduğumuz ve sağlık ile huzurumuzun yerinde olduğu günler yaşayalım. Hepinize sevdiklerinizle beraber çok keyifli bir hafta diliyorum.

* Bilbao’da beraber sunum yaptığımız sevgili dostum rahmetli Murat Demiroğlu anısına…

Bu yazı yorumlara kapalı, ama trackback'ler ve pingback'ler açık.