Mentorluk ve dijital çağda liderlik konularında dünyanın önde gelen üniversiteleri ve düşünce kuruluşları ile birlikte çalışmalar başlatmanın memnuniyetini yaşıyorum.
Bu dönem Boğaziçi Üniversitesi’nde verdiğim #DigiLeaderTech dersi teknolojik ortamda seneye daha geniş kitlelere ulaştırmayı hedefliyorum. Konuya ilgi duyan dostlarımızı 14 Mayıs’ta öğrencilerimin kampüste organize edeceği konferansa beklerim.
Geçtiğimiz haftasonu Fransa’nın lider eğitim kurumu HEC’de Global Executive Coaching programında mesleğin geleceği üzerine bir ders verme imkanım oldu. Takip eden iki gün içinde de European Mentoring and Coaching Council – EMCC France ‘in yıllık konferansında konuşmalar yaptım. Aslından herkesin kaygıları aynı; gelecek belirsizlerle dolu. Belki bu tarih boyunca hep böyleymiş ama sanki günümüzde hem değişim daha hızlı hem de etkileri çok daha sert…
Sanırım geleceğe hazırlanmanın en doğru yolu önce kendimizi tanımak ve teknolojik değişimi yanımıza almak. Eğer direnç gösteriyorsak o zaman da kendimizi dinleyip direnç göstererek aslında kendimize nasıl bir iyilik yapmaya çalıştığımızı fark etmeliyiz. Direnç hayatımızı zorlaştıracak, bunu bile bile direnmeye devam ediyorsak bu direncin kaynağını iyi anlayıp durumu anlamaya çalışmalıyız…
Mesela taksi şoförleri: dünyada 4.5 milyar akıllı cep telefonunun olduğu bir çağda Uber veya Lift gibi uygulamalara karşı eninde sonunda kaybedecekleri aşikar. Plaka sahipleri için söz konusu olan bir servet sorunu; belli bir değeri olan bir yatırımlarının o değeri kaybetmesi riski ile karşı karşıya oldukları aşikar. Peki direksiyondaki şoför? Onun asıl derdi ne? Her ikisinin de teknoloji karşısında engelleri birbirinden farklı. Onun icin bulacakları çözümler de farklı olacak. Bir başka emekçiyi dövmek ile, korumacı yasal duvarların arkasına saklanmayla her geçen gün bir bataklığa gömüldükleri gerçeğini değiştiremeyecekler…
Aslında hepimizin iş hayatında benzer durumlar mevcut. Onun için “überizasyon” literatürde şimdiden yerini almış bir deyim. İşimizi yani aslında dolayısı ile varlık nedenimizi kaybetmekten çekiniyoruz. Yaptığımız işte yarattığımız katma değeri bizim yerimize sağlayacak yeni yöntemler her gün çıkıyor. Rekabet coğrafi olmaktan çıkıyor. Asıl katma değer onu yaratan kurumların merkezinde kalıyor. Yeni teknoloji firmaları merkezlerini bulunduğu şehir dışında çok az katma değer yaratıyorlar. Eskiden her yeni teknolojinin yarattığı dağıtım, satış, temsil, bakım, satış sonrası servisler gibi çok aşamalı katma değer zincirleri olurdu. Şimdi platform ekonomileri icin artık bu pek geçerli değil. Hele bir de “distributed ledger technologies” ve “incremental production systems” beklendiği şekilde gerçek olursa işte o zaman en büyük kaybı en eğitimli kesimler yaşayacak. 1% sorunu olarak özetlenen gelir dağılımı eşitsizliği çok ama çok daha net bir şekilde ortaya çıkacak ve “Occupy Wall Street “, “Arap Baharı”, “Gilets Jaunes” gibi toplumsal baş kaldırı hareketleri çok daha artacak, siyasi arenada ise aşırı görüşlerin çok daha güç kazandığını göreceğiz.
Peki ne yapmalı: bu değişimde kaybeden olmamak için bütün paydaşların üzerine düşen sorumluluklar var:
– Kamu otoriteleri bu gelişimi iyi anlayıp, kabullenip bu değişimin yeşereceği bir ekosistem kurmalı. Bu değişime liderlik eden coğrafyalar ile şehirler ve belediyeler bazında iş birlikleri geliştirilmeli.
– İş dünyamızın lider kurumları hem çalışanlarını, hem üniversiteleri, hem orta öğrenim kurumlarını, hem de bütün tedarik zincirlerini teknolojik dönüşüm konusunda kendilerini geliştirmeleri için ihtiyaç duyacakları imkanlar konusunda desteklemeli. Bugünün kar rakamlarını maksimize etmek yerine yarını inşa edecek kaynaklara yatırım yapmalılar.
– Bireyler de bütün korku ve kaygılarını onları motive edecek bir dürtüyü döndürüp, bitmek tükenmek bilmeyen bir iştah ve irade ile yeni yetkinlikler, teknolojiler ve iş yapış yöntemleri konusunda kendilerini geliştirmeli…
Bireyler için yol haritası az çok belli. Yapılan birçok araştırma yeni düzende bireylerin en çok ihtiyaç duyacakları bireysel özellikleri şu şekilde sıralıyor:
* anlam yaratmak (sense making),
* sosyal zeka,
* yenilikçi ve adaptif düşünebilme,
* kültürlerarası yetkinlik,
* bilişimsel düşünebilme,
* yeni medya okuryazarlığı,
* disiplinlerarası çalışabilme,
* tasarım zihniyeti,
* bilişsel anlayış yönetimi ve
* sanal iş birliği.
Aslında kulağa çok da ürkütücü gelmiyor değil mi… Özünde bizi biz yapan insani özelliklerimizin çok işimize yarayacağı bir döneme giriyoruz.
Peki bütün bunları nasıl öğrenebiliriz, nasıl eğitim sistemimizi bunları gelecek nesillere öğretebilecek şekilde geliştirebiliriz? Hem dünya başkanı olarak görev aldığım Avrupa Koçluk ve Mentorluk Konseyi’nin(EMCC) yeni küresel ve yerel projelerinde, hem de Boğaziçi Üniversitesinde bu dönem verdiğim dijital liderlik dersinde hep bu soruya cevap arıyoruz.
Daha kapsamlı kurumlar ve disiplinler arası her türlü çalısmaya da destek olmaya hazır olduğumu da bu vesile ile ifade etmek isterim.
Bu yazı yorumlara kapalı, ama trackback'ler ve pingback'ler açık.